Pandeminin bizi evlere kapattığı bu dönemde, yaşamımızın en büyük sınavlarından biri olan “birlikte yaşam” deneyimini en çetin koşullarda tadıyoruz. Çılgın aşkların nasıl sınavlardan geçtiğini, bitmez denen ilişkilerin çatırdamaya başladığını, birbirini yeni tanımaya başlayan çiftleri, çocuklarla vakit geçirmeyi öğrenen ebeveynleri, boşanma protokollerini şimdiden duymaya başladık. Sadece kötü şeyler de olmuyor bu dönemde. Daha derinlere inmek durumunda kalan çiftlerimizin, ilişkilerinde bir üst seviyeye atladığını ve daha çok şey paylaşabilir hale geldiğini de görüyoruz. Geçen bir paylaşıma denk geldim, çok hoşuma gitti. Sizinle paylaşmak istiyorum; “Hanımla dört gündür evdeyiz. Aslında fena bir kadına benzemiyor…” : )
Hayat ilişkiler konusunda, doğal seleksiyonuna hızlandırılmış bir şekilde devam ederken bir de boşluk doldurma kapsamında, eski aşklara dönüş yanılgıları, yarım kalan hikayelerin acaba soruları ve olmayacak ilişkilerin vazgeçilmez cazibesi, oldukça aktif bir şekilde zihinleri bulandırıyor. Yüzyüze geldiklerinde ne yapacağını bilemeyen başrol oyuncuları, bu dönemdeki zihin karmaşalarını birbirine kusuyor. Neyse ki hayat normale dönünce usul usul yok olacak bu arayışlar, şimdilik zararsız bir şekilde herkesi oyalıyor. Yani her şey kontrol altında ve her zaman olduğu gibi devam ediyor…
Aslında çoğu insan bunları bilinçli bir şekilde yapmıyor çünkü değişen yaşam tarzımız bize kendimize yolculuğu, farkındalığı ve karşımızdaki ile ilişkimizi yüzeysel bir şekilde götürmemizi dayatıyor. Fast food tadında yaşadığımız bu hayatta, o bize suyun üstünde kal dedikçe, biz de dalmaktan, boğulmaktan korkuyor ve sığ kıyılarda geziyoruz. Suyun üstünde kaldın mı nefes aldığını sanıyorsun ama derindeki zenginlikten mahrum kalıyorsun. Ne kendimizi ne karşımızdakini tanıyor, bunun için bir bedel ödemekten deli gibi kaçıyoruz. Pilotta yanan duygularımızın sönmesinden korkuyor, kolay olan yetinmeyi seçiyoruz.
İlk aşkımı hatırlıyorum. Doğal sayılar falan hikaye o zaman, okula onun için gidiyordum. İlkokul dönemleri… Hiç o kadar samimi sevmedim sonrasında. Yıllar sonra hayat çıkardı karşıma ve ara sıra hala karşılaşıyorum. İyi geliyor, masumiyet durağı gibi… Büyüdükçe o kadar farklı bakış açıları, istekler, öfkeler ve kafa karışıklıklarıyla sevdim (?) ki, hepsinde farklı bir ben vardı. Sıradaki ilişki, öncekilerin sınav sonucu, bir sonrakinin de ders notu oldu. Karşıdaki de benim gibi sınavlardan geçmişti. İki öğrenci, yeni sınavımızda, birbirimizin öğrendiklerinden kopya çekerken buluyorduk kendimizi.
Hepimiz ezberci ve kolay eğitim sistemini kabullenmişiz. Dersimize çalışmak, cevapları kendimizde bulmak yerine, ezberlemek veya kopya çekmek işimize gelmiş. Kopya çektiğin kişi de bugüne kadar başkalarının kağıtlarına bakarak geçmişse bu sınavları, onun da neyi nasıl öğrendiği soru işareti. Ortaya öyle bir çorba çıkmış ki içinde herkesin tuzu var. Çorba, sorgulayana zehir, başka tat bilmeyene lezzet olmuş..
Lütfen aşağıdaki soruları sor kendine ki önce sen seni bil, kendinle mutlu ol;
- Kendini ne kadar iyi tanıyorsun?
- Hayattan beklentilerin ne?
- Yolun nereye gidiyor?
Sonra bu yolda yanında eşlik etmesini istediğin birisi var mı yoksa böyle iyi misin ona karar ver. Cevabın “evet” ise, Oruç Aruoba üstadın tanımladığı gibi, gelmesini bekle ama lütfen acele etme.
Kendi Olarak Sana Gelen
Kendi olarak, sana gelen
sana gereksinimi olmadan, seni isteyen
sensiz de olabilecekken, senin ile olmayı seçen
kendi olmasını, seninle olmaya bağlayan
O, işte…