“Değişmeyen tek şey değişimin kendisidir” der Herakleitos. MÖ IV. yüzyılda söylenmiş bu söz de değişmeyenlerden. Her sabah oyunun kartları yeniden dağıtılıyor bu hayatta. Sen istesen de istemesen de değişmek zorundasın, değişirsin. Karşındaki de öyle… Bu dinamik akışı bildiğin sürece ne kendinden, ne karşındakinden ne de evrenden haksız beklentilerin oluşmaz. Değişimin dengen olur.
Ressamların içinde az da olsa devamlı bir huzursuzluk vardır. Bitmemişlik hissi… Hiçbir resmine “tamam, oldu” diyemezler. İnsan da öyledir, “oldum” diyemez. Hep bir eksik yanı vardır ve oldum dediğinde ölmekten korkar. Değişimin tadını çıkar, heyecanını duy ve onu sımsıkı kucakla.
Ali Abi (Poyrazoğlu), ben kısa bir girizgah yaptım. Konu sende…
DAVET
“şunları bir araya toplayayım.
Bir güzel muhabbet edelim” diye düşündüm.
Mutfak işinden de anlarım.
Donattım sofrayı.
Bayağı uğraştım.
Hepsinin, ayrı ayrı ne
yemekten, ne içmekten
hoşlandığını iyi bilirim.
Bayağı da para gitti.
Birinin yediğini öbürü yemez.
Ötekinin içtiğini beriki içmez.
Dört kişilik sofra kurdum.
Mumları da yaktım.
Bak hepsi, Erick Satie severdi.
Hatırladım.
Müziği de ayarladım.
Geldiler.
20 yaşında ben,
35 yaşımda ben,
40 yaşımda ben ve
bugünkü ben dördümüz.
Birden yirmi yaşımı, otuz beş yaşımın karşısına oturttum.
Kırk yaşımın karşısına da, ben geçtim.
Yirmi yaşım, otuz beş yaşımı tutucu buldu.
Kırk yaşım ikisinin de salak olduğunu söyledi.
Yatıştırayım dedim.
“Sen karışma moruk” dediler. Büyük hır çıktı.
Komşular alttan üstten duvarlara vurdular.
Yirmi yaşım kırk yaşıma bardak attı.
Evin de içine ettiler.
Bende kabahat.
Ne çağırıyorsun tanımadığın adamları evine …