Hava gri ve puslu, yer ıslak ve zengin… Şu an öyle bir yağmur, şimşek ve gök gürültüsü eşliğinde yazıyorum ki düzyazı ile bu işin içinden çıkmam mümkün değil. Ne ben yazabilirim, ne gökyüzü müsaade eder. Müjdat Gezen’in de dediği gibi “Şiirim Geldi Bırakın Beni”.
Beni tanıyanlar bilir, ünvanım “Şiir Baba”… Şiirin bende yeri çok ayrı. Neden diye sorarsanız, o tasarruflu lafların azı çok yapması beni oldum olası etkilemiştir. Özellikle hikayenin içinde aşk da varsa, bazen o sözler bile fazla gelir. Blaise Pascal’ın “Daha kısa bir mektup yazacaktım ama vaktim yoktu” cümlesinde vurguladığı gibi, şiir de benim geniş zaman kipimdir.
Gök gürledi yine, sanırım “başla artık!” diyor…
(Arkada bu müzik çalıyor)
https://www.youtube.com/watch?v=ISnKLhxnvsU&list=OLAK5uy_kBGCu8Tc502aiVPT9VRDQZqeFVRLGV5xM)
Yağmur
Gittiğin geceydi,
Bulutların gözleri kırmızı ve şiş…
Ay kendini gizlemiş, içten içe kızmıştı.
Söyleyecekleri vardı ama sustu,
Bütün gece saklandı ve sürekli homurdandı.
Gökyüzü toprakla bir olduğunda,
Bizde iki yabancı ciddiyeti,
Tanıştığımıza çok memnun olmuştuk.
Bedenlerimiz artık sizli bizli, ruhlarımız ağır,
Son kez harabemizde buluştuk.
Hayat devam etmeliydi,
Sokak köpekleri havladı.
Fırıncılar erkenciydi, karanlığa uyandı
Biz seninle iyi geceler bile diyemedik,
Kimse fark etmedi ama hava çok hızlı aydınlandı.
Camdan bakarken duydum,
Yapraklar toprakla fısıldaşıyor.
Sonbahar ne yapacağını bilmiyor, şaşırmış,
Hüznü hep kendinden bilirmiş.
Sonra itiraf etti, yağmur hiç böyle yağmamış.
Çok konuşamadı, artık kış gelmeliymiş…