Birkaç gündür karşıma farklı şekillerde çıkan ve ilk okuduğumda içimi titreten bir alıntıyı sırtlanarak yollara düşeceğiz bugün… Mevlana’ya ait olduğu söyleniyor ama geniş kitlelere yayılması için çoğu sözü kendisine aitmiş gibi gösterdikleri ve açıp kaynağından okumadığım için, soru işareti bırakarak ilerleyeceğim. Kime ait olduğundan ziyade, anlamını önemsediğim bu metni, gelin birlikte okuyalım;
“Benim hayatımı yargılamadan önce, benim ayakkabılarımı giy ve benim geçtiğim yollardan, sokaklardan, dağ ve ovalardan geç. Hüznü, acıyı ve neşeyi tat. Benim geçtiğim senelerden geç, benim takıldığım taşlara takıl. Yeniden ayağa kalk ve aynı yolu tekrar git, benim gittiğim gibi. Ancak ondan sonra beni yargılayabilirsin.”
Sen de duyuyor musun? Her kelimesi yaşanmışlık ve bilgelik kokan bu birkaç cümle, kocaman bir hayat tavsiyesi fısıldıyor. Bazılarımız hali hazırda hayatında bu felsefeyi yaşatırken, bazılarımız da bu cümleleri yargılayacak eminim. Yukarıdaki fikirleri benimseyip benimsemeyeceğimizi belirleyen de yine o cümleyle karşılaşana kadar ne yaşadıysak / yaşamadıysak, heybemizde ne varsa topyekûn hepsi. Benim fikrimi sorarsan; doğru ya da yanlışın olmadığı bu dünya, tercihler ve vazgeçişler üzerine kurulmuşken, ne kimseyi yargılayabilecek kadar hakimsin ne de hakkında gereği düşünülecek kadar mahkum…
Herkes kendini o kadar güneş hissetmeye başlamış ki dünyanın başka şansı yok, onun çevresinde dönüyor (!) Hadsizliğimizin arkasına gizlediğimiz endişelerimizle, elimiz tetikte geziyoruz. Karşımızdakini o kadar kendimiz gibi görmek istiyoruz ki en ufak bir farklılık bile tehdit unsuru… Yeni tanıştığımız bir insanda ortak yönler bulmak için bazen kendimizden bile uzaklaşabiliyoruz. Hayatta kalmak için her daim kolay olanı seçmeye meyilli olan bizler, hayal kırıklığına uğramaktan, kendimizi savunmaktan ve yargıla(n)maktan deli gibi kaçarak, bize benzeyen [benzediğini düşündüğümüz (kendimizi benzediğine inandırdığımız)] insanlar peşinde koşuyoruz.
Bir yanımız kocaman bir güneş iken diğer yanımız da başka güneşlerden aldığı ışıkla aydınlanacağını düşünen aya dönüşmüş. Onlar bize ışıklarından vermezse, biz de kendi ışığımızı saçamayacakmışız gibi tedirginiz. Yargılanma endişesiyle hareketlerimizi kontrol etmenin yanına beğenilme arzusu da eklendiğinde, benliği korumayı bırakın, ona ulaşanlar azınlıklar haline geldi. Ben olmaktan çıkıp, biz olmaya başladık. Başkaları için yaşanan hayatlara, başkalarının tanıklık etmemesi de son dönem insanının ayrı bir yanılgısı olarak yerleşti.
Bu yaşadıklarımızın en temel sebeplerinden birisinin, insanın kendisinin değişime uğrama korkusu olduğunu düşünenlerdenim. En doğrunun biz / bizde olduğunu düşündükçe, kendimizde olası bir dönüşüme sebep olabilecek herhangi bir “farklı” sorgusuz sualsiz yanlışa dönüşmeye mahkum. Bilinçaltımız “sakın sorgulama, sadece yargıla” diye size akıl verirken, mahkumun açıklamasını dinlemeden veya dinleseniz de önemsemeden, yerel mahkemenizde gereğini düşünüyorsunuz. Yan mahkemede de o esnada sizin mahkum olduğunuz ama sizin haberinizin olmadığı başka bir duruşma, ileri bir tarihe erteleniyor…
İnsanları yargılamak, etiketlemek için o kadar aceleciyiz ki neyi neden yapmış / tercih etmiş olabileceklerini düşünmüyoruz. Sadece bizim ve bizim doğrularımızın olduğu dünyamızda onların yeri gettolarımız. Giderek sayıları artan getto sakinlerine yer kalmadıkça, orada da yaşatmaz hale geliyoruz. Tahammül seviyelerimizin iyice azaldığı bu hızlı tüketim çağında, bırakın kendimizi başkasının yerine koymayı, kendi derinlerimize inmeye çekiniyoruz. Kendimizi yargılamayı beceremeyen biz, başkalarına fütursuzca yargı dağıtıyoruz.
Sakın yanlış anlamayın lütfen, ben sadece yargılayanları yargılamaya çalışıyorum : ) Aslında bir yandan saygı duyarak, kendi düşüncelerimi paylaşma hakkımı kullanıyorum. Herhangi bir onay almayı beklemeden kendi hislerimi / düşüncelerimi paylaşıyorum. Benimle aynı düşünen düşünmeyen herkesi en azından düşündüğü için kucaklıyorum. Kendimizi ve karşımızdakini olduğu gibi kabullenmedikçe, kendi kusurlarımızı başkalarına, başkalarının kusurlarını kendimize iliştirmeyi sürdüreceğiz.
Son söz;
“Zannetmeden önce öğren, Yargılamadan önce anla, Yaralamadan önce hisset, Konuşmadan önce düşün”