NEYim
Neyin insana benzerliğini hiç düşündün mü?
Peki neyin kamışlıktan başlayan yolculuğunu ne kadar biliyorsun?
Tasavvufta ney çok önemlidir çünkü neyin yolculuğu insanın kendini bulma yolculuğu ile çok benzeşir. Mevlana’nın Mesnevi’sini (özellikle ilk 18 beyit ki bu bölümü kendisi kaleme almıştır) okuduğunda daha iyi anlayacaksın bu söylediklerimi. Neyin geçtiği çileli süreçler, sufilerin geçtiği süreçlerle aynıdır.
Şimdi buraya bir cümle bırakıyorum. Anlatacaklarım bitince sen geri döner bir kere daha yüksek sesle okursun; “ölmeden oldum diyemezsin…” Gel önce neyin hikayesini dinleyelim…
Şimdi yüzlerce, binlerce kamışın olduğu bir kamışlık düşün. Kamışlar insanların dikkatini bile çekmeyen kontrolsüz büyüyen, genelde de görüntü kirliliği diye tanımlanan bitkilerdir ve zamanı geldiğinde, mevsim şartları ağırlaştığında, sessiz sedasız, evreni ürkütmeden ölüp giderler. Yalnız bazıları daha erken ayrılır çünkü onların bir görevi olacaktır…
Bir ney ustası o kamışı eline aldığı anda, kamışın ilk sınavı başlamış demektir. İlk adım ayrılık acısıdır. Vatanından ayrılan kamışın ilk sınavı vazgeçiştir, geride bırakmaktır. Yolculuk bekleme süreci ile devam eder. Ayrılık acısı çeken kamış bir süre beklemeye bırakılır ki bu da sabır sınavıdır. Sabır sınavını da tadan kamışın yeni adımı en zorlarından olacaktır. Kamışın üstündeki sert kabuklar bir bir koparılır ve içine, özüne ulaşılır. Bu süreçten sonra bir süre daha beklemeye bırakılan kamış sabır konusunda iyice gelişir, pişer. Zamanı geldiğinde, içi dolu olan kamışın içi kızgın bir demirle tamemen delinir ve derin bir boşluk oluşur. İçi temizlenen, hiç olan kamış, bir süre daha dinlenmeye bırakılır. Artık nağmeleri duyuracak deliklerin açılma vakti gelmiştir ve yine kızgın demirle yedi tane delik açılır. Son olarak olgunluğu ve mürşitliğini işaret eden parazvane ve başpare takılır. Bu işlemlerden sonra bizim ölen kamış artık yeniden doğmuş ve ney olmuştur, nağmeler saçmaktadır…
Şimdi diyorsun ki “insan bunun neresinde?” İnsan da vazgeçerek başlar değişmeye, ölmeye… Yıkmadan dikemezsin, o yüzden önce vazgeçmelisin. Acılı süreçtir, herkes cesaret edemez. Sanırsın ki sen inşa etmişsindir seni ama maalesef sen sadece sana söylenensindir. Sabretmen gerekir ki büyük bir sınavdır bu vazgeçiş. Sonra o kamış gibi sert kabuklarından yani egolardan, kimliklerden, başkalarının yakıştırmalarından ve benliklerden kurtularak özünü bulma sürecin başlar. Bu da sabır ister, irade ister. Zaten çoğu insan da burada tökezler. Gelelim içimizi boşaltmaya. O kızgın demir kamışın içini nasıl boşattıysa sen de kendi içini öyle boşaltırsın. Sonrası mı? Hiçliğe hoş geldin… Burada sözü Şems-i Tebrizi’ye bırakmazsam haddimi aşmış olurum; “Bu dünyada herkes bir şey olmaya çalışırken sen hiç ol. Menzilin yokluk olsun. İnsanın çömlekten farkı olmamalı. Nasıl ki çömleği tutan dışındaki biçimi değil, içindeki boşluk ise, insanı ayakta tutan da benlik değil, hiçlik bilincidir.” Yedi nefis mertebesinden de geçen insan, ki bu senin yeniden dirilişindir, en sonunda olmuştur. Artık ya yazar ya da susar…
Ney kemâle ermiş hale gelmişse ve sonunda muhteşem nağmeler çıkarabiliyorsa, insan da olunca içindeki bahşedilen gizemler teker teker çıkmaya başlar. Hepimiz aslında aynı özden gelen bütünün parçalarıyız. Keşfetmen gereken hazinelerin zaten içinde yeter ki dön bak biraz kendine. Hepimiz o kamışlıktan geliyoruz ve kuru bir kamış olarak kalmak mı yoksa usta bir neyzenin üflemesiyle nağmeler saçan bir ney olmak mı sorusuna cevap arıyoruz. İkisi de senin elinde, yeter ki ara. Mevlana’nın da dediği gibi “Her arayan bulamaz ama bulanlar arayanlardır”. Hakikati ara…