Attila İlhan’ın bir sözü ile başlamak istiyorum; “Birisinin eksikliğini duyuyorum, ötekinin fazlalığını. Eksik olan gelip boşluğunu doldurmuyor, fazla olan gidip yerini boşaltmıyor. İkisinin arasında kötü, sevimsiz bir yerdeyim.” Belki de bu sözün üstüne en güzeli yazmamak ama ben de bundan besleniyorum. Müsaadenle başlıyoruz…
Bu sevimsiz ve huzursuz ruh hali, insanda ciddi bir endişe ve bilinmezlik yaratır. O kadar keyifsiz olursun ki parçaları birbirine uyumlu olmayan puzzle gibi dağınık, eksik ve zor gelir yaşamak. Boşluk hissi çok yıpratır ama arka planda sen fark etmezsin, ruhun güçlenir. Bir kelebeğin, kozasından zamanında çıkabilmesi için kanatlarının güçlenmesini beklemesi gibi, ruhun da kendini güçlendirir. Uçmaya hazır olduğunda tanışacağın bu süreç, biz aciz insanlar için bir evrim belki de daha doğru bir ifade ile ruhani bir devrimdir. Devrim yıkımdır, yeniden inşadır…
Sen hiç hissettin mi bilmiyorum ama insan bilinçli bir şekilde kalabalıklardan kaçar ve sessizlik ister. Kaliteli, rafine bir yalnızlık peşindedir. Tahammül seviyenin yerlerde olduğu bu süreçte, bir söz, bir müzik veya görüntü kirliliği bile, bulunduğun ortamı terk etmeni sağlayabilir. Yaşamışsındır, ne konuşacağım hesaplarını yaparak, tanıdıklarına selam vermekten, kutlu günlerini tebrik etmekten bile kaçarsın. Çevreni azaltır, yalnızlığınla çoğalmaya başlarsın.
Uykuların kaçar, uyumaktan korkarsın, geceleri defalarca uyanırsın. Hareketlerin yavaşlar, saatlerce bir yerde kalabilir, hiçbir şey yapmak istemeyebilirsin. Daha az konuşursun, daha az düşünürsün ve zihnini geçmiş-gelecekten arındırarak anda kalmak istersin. Hiç gibi ama aynı zamanda her şey gibi bir üslupla, etrafında gördüğün her şeyi daha farklı görmeye, keşfetmeye kalkarsın. Fark edersin ki o zamana kadar ne kendine ne çevrene o gün gibi bakmamışsındır. Zamanı durdurup izlemek ve keşfetmek istersin.
Artık süreç başlamıştır, arayışın bulana kadar durmaz. Duygularınla, düşüncelerinle, sevinçlerinle, kaçışlarınla, yaralarınla, yarımlarınla yüzleşmek için kendi mağarana çekilir ve kabuğunu kırmaya başlarsın. İçerideki boşlukla tanışma ve onu doldurma vaktidir. Fizik ve zihin bedenini mümkün olduğunca yavaşlatarak ruhani yolculuğuna çıkarsın.
Ali Lidar üstadın da söylediği gibi;
“Doğup büyüdüğü yere ait değil insan. Acı çektiği ya da çok mutlu olduğu yere de ait değil. İnsan, olmak isteyip de olamadığı yere ait. Şey gibi bir his işte bu; çok, çok susamak gibi. Siz anlamazsınız bu hissi, bir tek o anlar…”
Yeter ki çık sen yola… Bağımlılıklarından sıyrıldığında ilk kez kendin olabildiğini, maddeden geçip duyguya bürünmenin keyfini, etrafının sana kalabalık gelmeye başladığında kendinle mutlu olabildiğini, dış sesin gürültüsü yerine yüreğinin fısıltılarını dinlemeye başladığını görebilirsin. Artık bir kere kırılmıştır kabuğun. İçindeki boşluğu seninle, O’nunla doldurma zamanıdır.